13 Mar
13Mar

Üniversiteden mezun olduktan sonra askerliğini kısa dönem olarak Manisa’da yaptıktan sonra memleketi Erzincan’a dönerek dönercilik, fast foodçuluk gibi işler yaptı. Bu arada bakkalların AVM’lere karşı ayakta kalabilmesi için satış, satın alma ve müşteri ilişkileri konusunda neler yapmak zorunda olduklarını özetleyen 50-60 sayfalık bir kitapçık hazırlayıp satmak ister. Ancak bu hazırlık sekiz senesini alır ve altı bin sayfa dosyaya ulaşır.

Bir ara çalışmanın bir işe yaramayacağı düşüncesine kapılır.  Peşin satışı olan ürünleri düşünür ve tabii ki akla ilk gelen “ekmek” olur. Ancak rekabetin yüksek olması nedeniyle ekmekten vazgeçer. “Yüzümde tebessüm oldu esasında” diyerek anlattığı “simit” ikinci sırada gelir. Osmanlı’nın “fastfood”u, insanların simide karşı sempatisinecanlandırır. İnsanların simidi keyifle tüketebileceği ve simide itibar kazandırmanın gerekliliğini düşünür. Bu dönem, 2000’li yıllarda Erzincan’da geçmiştir. Simiti Erzincan’da değil, İstanbul’da yapıp satmak gerekiyordu.

2002 yılında Hisarüstü’nde ziyaret ettiği bir kırtasiyeci arkadaşının Boğaziçi Üniversitesi’ne yakın dükkanının bitişiği boştu. Arkadaşı, kendine rakip gelmesin diye bu mekanı da kiralamıştı. Kırtasiyeci arkadaşı ve ortağı “Peki, burayı hatır için sana verelim” dediler. Simit işinde ortaklar ama tüm sorumluluk onda. Elektrikli fırın alacak para yok, Haluk, bir usta bulup odun fırını yaptırdı. Masa, sandalye yerine, sehpa ve alçak tabureler aldı. Kenarda da bir çay ocağı kurdu. Simiti kim yapacak? Eminönü’ndeki işsiz kahvelerini dolaştı, boşta bir usta buldu: “Simiti herkesin gözü önünde yapacaksın, çıkan simidi de hemen satacağız, yanına da çay, peynir vereceğiz.”

Hedef, sokak simitini bir dükkânın çatısı altına çekmek. Hijyen kurallarına uygun, sağlıklı ve güzel üretim. Ertesi sabah simitin kokusu insanları çekti. Fırın ufak, her seferde ancak 40 simit çıkıyor. Dükkânın önünde kuyruklar oluştu. Gece saat 2’ye dek simit sattılar. Komşu markette üç köşeli eritme peyniri kalmadı, başka yerden alıp getirdiler. Adını “Çıtır Fırın” koydukları dükkân, bir ay aynı tempoda çalıştı. İyi para kazandırdı. Haluk ortaklarına “ Hemen 20-25 yer açmamız gerek” dedi. “Elimizi çabuk tutalım, yoksa gören bizi taklit edecek.” Ortaklarından biri bu fikre katılmadı. Öteki ortağı Mehmet Tarakçı ise “Ben varım” dedi. 

Haluk, hâlâ birlikte oldukları bu ortağının o dönemdeki desteğini hiç unutmayacaktı. Sadenin yanı sıra peynirli, sucuklu, zeytinli simit çeşitleriyle büyüdüler: 2002-2004 arası, önce Mecidiyeköy, sonra da Taksim ve Beyoğlu, kentin çeşitli yerlerinde 25 “Simit Sarayı” açıldı. 

Başarı gecikmedi. Yedi yıl içinde şubeler 200’e, personel sayısı 3500’e ulaştı. Toplumun her kesimine modern bir kafe ortamında; simit, sandviç, kurabiye, pasta, börek ve pide çeşitleri sunan bu mekânların yüzde 30’u doğrudan işletiliyor, yüzde 70’i ise ‘franchise’ sözleşmeli. Dahası, yurt dışında Hollanda ve Suudi Arabistan’da Simit Sarayı açıldı. Almanya ve Amerika’da çok yakında şubeler açılacak. İngiltere, Avustralya ve Kore’den de teklifler var. 

2002 yılında Mecidiyeköy’de bir mağazayla başlayan Türkiye’nin ilk fırın-kafe zinciri olan Simit Sarayı, Anadolu’nun geleneksel yiyeceği simide hak ettiği değeri vermek için tüm gücüyle çalışan ve geleneksel tatlarımızı dünyaya taşıyan lezzet bayrağı oldu Dünyanın en yaygın gıda zinciri olma misyonuyla yola çıkan Simit Sarayı, zengin ürün çeşitliliği, hijyenik entegre üretim tesisi, güçlü soğuk zincir filosu ve 4000’in üzerinde çalışanıyla günde 400.000’den fazla kişiye hizmet veriyor.

Yurt içi ve yurt dışındaki varlığı hızla büyüyen Simit Sarayı, dünyanın ilk ve tek simit fabrikasında hijyenik koşullarda, el değmeden üretilen birbirinden özgün, lezzetli ürünleri, modern kafelerde tüketiciye sunuyor.

''İnsanların cebindeki en küçük parayla en çok satın aldıkları ürünlerin listesini çıkardım. O listede ilk sırada ekmek, ikinci sırada simit vardı.''


Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.
BU SİTE İLE KURULMUŞTUR